Binlerce yıllık kadim Türk tarihine baktığımız zaman her dönemde ayrı bir efsanenin ve ayrı bir kahramanın olduğunu görürüz. Bunlar arasından en bilinenlerden bir tanesi de Ergenekon Destanı’dır. Ergenekon Destanı, İslamiyet öncesi Türklere ait bir öykü anlatır. Bu öyküde Türkler az kalsın yok olacakken bir dağ yamacına sığınır ve yüzlerce yıl sonra buradan çıkarak dünyaya yayılırlar.
Ergenekon Destanı’na tarihsel olarak baktığımız zaman gerçekten de bir dönem Türklerinin çok büyük baskı altında olduğu, demircilikle uğraştığı ve sayılarının azaldığı görülüyor. Yani bu nedenle Ergenekon Destanı tarihsel gerçekler de barındırır. Elbette buna tarihsel bir anlatı gözüyle bakmak yanlış olur ama yine de İslamiyet öncesi Türklerin yaşamları hakkında bize bazı bilgiler verdiği gerçektir.
Hiç bilmeyenler için kısaca anlatalım: Ergenekon Destanı nedir?
Ergenekon Destanı, İslamiyet öncesi Orta Asya’da yaşayan Türklere yani Göktürklere ait efsanevi ögeler içeren bir öyküdür. Bu destanda anlatılana benzer öyküleri Çin ve Rus kaynaklarında görüyor olsak bile tam hâliyle yazılı olarak aktarıldığı kaynak, Moğol tarihçi Reşidüddin Hamedani tarafından kaleme alınan Reşididdin Tarihi olarak da bilinen Câmi’ü’t-Tevarih isimli eseridir. Destan daha sonra Ebulgazi Bahadır Han tarafından kaleme alınan Şecere-i Türk isimli eserde de kaydedilmiştir.
Özetle Ergenekon Destanı:
Bir gün Göktürkler, Tatarlar tarafından saldırıya uğradı ve büyük bir bölümü öldürülürken hayatta kalanlar esir alındı. Yalnızca İl Han’ın oğlu Kayan, kardeşinin oğlu Nüküz ve eşleri kurtuldu. Giderken yanlarına pek çok at, deve, keçi ve koyun aldılar. Etraf düşman dolu olduğu için ıssız bir yer ararken sırp dağların arasında gezdiler. En sonunda yüklü bir hayvanın bile geçmesi zor olan tek bir girişe sahip, etrafı dağlarla çevrili bir düzlük buldular.
Bu düzlükte akarsular, çayırlar ve meyve veren ağaçlar vardı. Buraya yerleşip kışın hayvan eti, yazın onların sütü ile beslendiler. Çoğalan hayvanların derilerinden ve yünlerinden kıyafetler yaptılar. Ergenekon adını verdikleri bu yerde dört yüz yıldan daha uzun bir zaman kaldılar ama en sonunda çoğaldılar ve buraya sığmaz hâle geldiler.
Bir gün atalarının onlara anlattığı öyküyü hatırladılar ve Ergenekon dışındaki dünyaya çıkmaya karar verdiler ama bir çıkış yolu lazımdı. Demircilerden biri onlara dağdaki madeni eritilerse bir yol açılacağını söyledi. Hemen madenin önüne kömür ve odun yığıp koca bir ateş yaktılar. Eriyen madeni döverek en sonunda yüklü bir devenin geçebileceği kadar bir yol açtılar.
Onlara madeni eritme fikrini veren ve yön gösteren demircinin adı Börte Çene yani Bozkurt’tu. Onun önderliğinde Ergenekon’dan çıktıktan sonra her yere elçiler göndererek Türklerin esaretinin artık bittiğini bildirdiler ve her yıl Ergenekon’dan çıktıkları günü ateş yakıp demir döverek kutlamaya başladılar.
İyi ama Ergenekon Destanı kime ait?
Ergenekon Destanı ilginç bir öykü çünkü pek çok farklı isim geçiyor olsa bile aslında tek bir kişinin değil, bir toplumun kahramanlık öyküsüdür. Mesela Kayan olarak bahsedilen bir kişi değil, Türklerin Kayıhanlı boyudur. Tukuz olarak bahsedilen ise aslında Dokuz Oğuzların ta kendisidir.
Bu açıdan incelediğimiz zaman açıkça söyleyebiliriz ki Ergenekon Destanı belirli bir kişiye, belirli bir boya ait olmaktan çok daha fazlasıdır. Ergenekon Destanı bugün gururla Türk olduğunu söyleyen herkese ait bir destandır çünkü anlatılan öykü, Türklerin yeniden doğuş öyküsüdür. Ergenekon Destanı, atalarımızın öyküsüdür.
Ergenekon Destanı tarihsel gerçeklerle de örtüşen detaylara sahip:
Tabii gerçekten de dağdaki bir madeni eritip dışarı çıkıldı mı bilinmez ama coğrafi olarak baktığımız zaman anlatılan Ergenekon bölgesi Altay Dağları çevresinde pek çok örneğini gördüğümüz bölgelere benziyor. Hun birliğinin dağıldığı dönemde Göktürklerin Tatar baskısı nedeniyle Altay Dağları’nın çevresine çekildiği ve burada demircilik yaptığı da biliniyor.
Modern Türk edebiyatında da Ergenekon Destanı’ndan bahsedilmiştir:
Ebulgazi Bahadır Han tarafından kaleme alınan ve Ergenekon Destanı’nı anlatan Şecere-i Türk isimli eser, Çağataycadan Türkçeye Ahmet Vefik Paşa tarafından çevrilmiş ve 1863 yılında Tasvir-i Efkâr gazetesinde tefrika edilmiştir.
Ziya Gökalp tarafından kaleme alınan Ergenekon temali bir şiir 1913 yılında Türk Duygusu dergisinde Türk An’anesi: Ergenekon adıyla, 1914 yılındaki Kızılelma isimli kitabında ise Ergenekon adıyla yayımlanmıştır. Aynı yıl Ömer Seyfettin de Ergenekon öyküsünü anlattığı bir şiir kaleme almıştır.
Türklerin Nevruz bayramının kökeni Ergenekon Destanı’na dayanır:
Bugün pek çok topluluk tarafından bahar bayramı olarak kutlanan Nevruz bayramının her topluluk için farklı bir kökeni vardır. Türk milletinin kutladığı Nevruz bayramı ise Ergenekon Destanı’nda anlatılan dağdaki demir madeninin eritilmesi öyküsüne dayanır. Bu nedenle her Nevruz bayramında ateş yakar, üstünden atlar ve demir döveriz.
Ergenekon Destanı bizim için neden önemli?
Tarihimizdeki diğer destanlara baktığımız zaman bazen tanrısal güçlerle de donatılmış tek bir kahraman ile karşılaşırız. Bu kahraman, türlü zorluktan bir şekilde kurtulur ve daha sonra da çevresindekileri kurtarır. Ergenekon Destanı ise diğer destanlardan farklı olarak tek bir kahramana değil, birden çok kahramana yani Türk milletine yer verir.
Nasıl ki o dönem Tatarların saldırıları nedeniyle yok olmak üzere olan Türkler bir avuç insan kalmış olsalar bile mücadele ederek hayatta kalmışlar, biz de bu destanı örnek almalı ve zorluklara göğüs germeliyiz. Zaten Türk edebiyatçıların 20. yüzyılda sık sık Ergenekon Destanı’ndan bahsetmelerinin de nedeni budur. Ergenekon Destanı’nda yakılan ateş, Kurtuluş Savaşı’nın da fitilini ateşlemiştir.
İslamiyet öncesi Türklerin en önemli destanlarından bir tanesi olan Ergenekon Destanı nedir, kime ait, konusu nedir gibi merak edilen soruları yanıtladık. Ergenekon Destanı çok daha detaylı ve uzun bir öykü ama biz bu yazımızda yalnızca özetinden ve anlamından bahsettik.
Bu tarz içerikleri okumaktan hoşlanıyorsanız şunlara da göz atabilirsiniz: